Sana Avuçlarımı Getireceğim

featured

Küçük kız hanidir hem ürktüğü hem merak ettiği barakaya sokuldu. Portakal çiçekleriyle, gür yapraklı çalılarla örtülü sitelerin daracık bahçeleri birkaç sokak boyunca uzayıp gidiyordu. Buradaki bütün apartmanlar on beşer katlıydı. Hepsi de beyaz badanalıydı. Üç beş portakal bahçesi arada sıkışıp kalmıştı. Barakaysa naylondu, ağaçların altına çatıldığından güneş görmüyordu. Yaşlı kadın barakanın önüne bağdaş kurmuştu. Bir portakalı kemiriyordu. Dişleri yoktu galiba. Nasıl yiyor? Küçük kız kendi büyükannesinin soğurmak sözünü hatırladı. Yemiyor, soğuruyor. Yaşlı kadın gözlerini çevirip baktı. Küçük kız ona yaklaşmıyor, epeyce uzaktan seyrediyordu.
– Gelsene, dedi yaşlı kadın.
Küçük kız bilemedi. Biliyorum beni yemeyeceksin. Kötü değilsin sen.
– Gelsene, dedi yaşlı kadın.
Küçük kız birkaç adım yürüdü, durdu, birkaç adım daha attı. Çalılar çıplak kolunu sıyırmıştı. Yaşlı kadının “gelsene” demesini bekledi ama yaşlı kadın “gelsene” demeyince biraz daha yaklaştı.
– Korkuyor musun benden?
– Hayır, dedi küçük kız.
– Evet korkuyorsun.
– Hayır korkmuyorum senden. Pis kokuyorsun.
– Yıkanmıyorum da ondan.
Naylon barakada çeşme olmadığının farkındaydı küçük kız. Sordu:
– Susuz nasıl yaşıyorsun?
Yaşlı kadın portakal bahçesindeki musluğu işaret etti. Musluğun altındaki toprak ıslaktı. Güneş yükseliyordu. Küçük kız yerdeki portakallardan birini kundurasının ucuyla iteledi. Portakal isteksizce yuvarlanıp toprağın tümseğine takıldı. Güneş yükseliyor. Susuzluktan ölmüyor çünkü musluk var orada.
– Ben güzel kokuyormuşum, dedi küçük kız.
– Ben de küçük bir kızken çok güzeldim. Çirkin kokmuyordum.
Küçük kız anladı. Yaşlı kadın çok eskiden annesiyle babasıyla yaşıyormuş. Annesi onu yıkıyormuş. Küçük kız sordu:
– Annen seni süslüyor muydu?
– Saçıma kurdeleler bağlıyordu.
– Çorapların da vardı değil mi?
– Renk renk çoraplarım vardı.
– Şimdi niye yok?
Yaşlı kadın gülümsedi. Küçük kızın yüzü değişti ve gözlerinden iki damla yaş aktı. Yaşlı kadın doğrulmak, sırtındaki kirli yeleğin cebinden pis mendilini çıkarıp küçük kızın yanaklarındaki yaşı silmek arzusuna kapılmıştı. Küçük kız böyle düşündü. Pis mendiliyle yanağımı kokutacak.
– Terlemiyor musun o yeleğin içinde?
– Bedenim yeleğimden daha temiz değil ki.
Küçük kız başını apartmanlara çevirdi. Herkesin arabası vardı. Bütün çocukların bisikletleri var.
– Nereye bakıyorsun? dedi yaşlı kadın.
– Benim akülü arabam var.
– Ne renk? Pembe mi?
– Pembe olduğunu nasıl bildin?
– Seni çok gürdüm sokakta pembe arabanla gezerken.
– Keşke görmeseydin?
– Neden görmeyeyim?
– Üzülürsün.
Yaşlı kadın gerçekten de üzgünleşivermişti.
– Bak üzüldün işte. Bizim apartmanda çift asansör var.
Yaşlı kadın ses etmedi. Küçük kız azıcık daha sokulup barakanın naylonuna dokundu. Barakanın içinde kilim gördü. Kilim de çok kirliydi. Her yer kirliydi. Küçük kız konuştu:
– Dünya çok kirli.
– Gün gelir temizlenir, dedi yaşlı kadın.
– Sen cennette mi yıkanacaksın?
– Bilmiyorum.
Küçük kız yanaklarındaki ıslaklığı elinin tersiyle siliyordu şimdi. Cennette çeşmeler varmış. Su soğukmuş ama kimse üşümüyormuş.
– Sen üşüyor musun?
– Hava sıcak, dedi yaşlı kadın. Güneş tepemize çıkıyor baksana.
– Kış gelince üşüyorsun.
Yaşlı kadın büzüldü.
– Ben öleceğim, dedi küçük kız.
– Ölmeni istemiyorum. Bırak ben öleyim.
– Küçük kızlar ölmez mi sanıyorsun? Komşumuzun kızı öldü geçen sene.
– Biliyorum.
– Nerden biliyorsun?
– Geçen sene de buradaydım. Sokaktan tabut geçmişti. Kızın resmi vardı.
– Resim değildi o. Fotoğraf. Benim fotoğraf makinem var. Cep telefonu kullanmama izin vermiyorlar. Henüz küçüksün diyorlar. Sokaktaki kedilerin fotoğraflarını çekiyorum. Bir keresinde senin de fotoğrafını çektim. Sen uyuyordun. Sessizce geldim çektim.
– Fotoğrafta güzel çıktım mı?
– Hayır.
– Hayır mı?
– Fotoğraf kirliydi. Sonra ben ağladım. Yatağıma saklanıp ağladım. Annem görmedi ağladığımı. Fotoğrafı yırttım attım. Kolum acıdı.
– Kolun niye acıdı?
– Acıdı işte. Senin çalıların hep kolumu acıtıyor.
– Portakal yer misin?
– Bunlar yenmez ki. Süs portakalı bunlar. Tadı güzel değil ki.
– Ama sen güzel bir kızsın.
– Akülü arabam olmasaydı gene güzel olur muydum?
– Böyle konuşma, dedi yaşlı kadın.
Küçük kız çıplak koluna baktı. Sonra da yaşlı kadının kirli ellerine baktı. Tırnakları uzamış. Saçı yapış yapış. Öleceğim ben.
– Öleceğim, dedi küçük kız.
– Neden ölmek istiyorsun? Küçük kızlar ölüm bilmezler.
– Ben biliyorum. Tekrar dirileceğim. Geri geleceğim.
– Gitmişken kal orada. Geri gelme.
– Geri dönüp dünyayı yıkayacağım. Hem de sıcak suyla. Her yer tertemiz olacak. Herkesin akülü arabası olacak. Portakal renkli asansörler.
Yaşlı kadın naylon barakasına tutunarak doğruldu. Küçük kız geri çekildi.
– Benden korkuyorsun, dedi yaşlı kadın.
– Korksaydım fotoğrafını çekmezdim. Senden korkmuyorum. Kokun korkutuyor.
– Böyle konuşma, dedi yaşlı kadın. Tekrar oturdu. Yine bağdaş kurdu. Küçük kızı ürkütmemek için oturmuştu. Küçük kız onun neden oturduğunu anladı. Ayağa kalktığında daha fazla kokuyordu. Kıpırdayınca koku yayılıyordu. Küçük kız sordu:
– Evimizden sana kurabiye getireyim mi?
– Dişlerim yok.
– Yumuşak pasta getireyim.
– Pasta dokunuyor bana.
– Hasta mısın?
– Yaşlıyım.
– Senin annen nerede?
– Toprakta.
– Tabii ki toprakta. Benim büyükannem de toprakta şimdi. Senin annen…
– Ne olmuş anneme?
– Söylemek istemiyorum.
Küçük kız dudaklarını büktü. Senin annen topraktayken pis kokmuyor diyecekti bunu söyleyemedi küçük kız.
– Kokmayan dünyalar olsaydı keşke.
– Böyle konuşma, dedi yaşlı kadın.
– Sana kalsa hep susayım.
Yaşlı kadın yine barakasına tutundu. Yerinden kalkacak gibiydi.
– Gitmemi istiyorsun, dedi küçük kız.
– Evine git.
– Beni korkutmak için tutundun oraya. Gideyim diye yapıyorsun böyle.
– Sen çok akıllı bir kızsın.
– Benden kurtulmak istiyorsun.
– Kokuyorum ben.
– Kokmuyorsun, dedi küçük kız.
– Koktuğumu bin defa söyledin ya.
– Yalan söyledim. Bizim asansör kokuyor. Havasız.
Küçük kız “havasız” dedi, durdu düşündü gene “havasız” dedi. Portakal çiçeklerine kaydırdı gözlerini. Başını musluktan tarafa kaydırdı. Yürüdü, musluğu çevirdi, minik avucuna su doldurup gökyüzüne doğru serpti. Yaşlı kadın pek çok şeyi kavrayabiliyordu.
– Dünyayı yıkıyorum, dedi küçük kız.
– Kimse kokmasın diye mi?
– Havasız, dedi küçük kız. Dünya boğuluyor. Sen öleceksin.
– Ölüm takıntı olmuş sende. Bu iyi bir takıntı değil. Küçük kızlar neşeli olmalıdır.
– Büyükbabam beni çok güldürüyor. Kedilere tavşan diyor.
– Bunak mı senin deden?
– Çeşmeyi kapatayım.
Küçük kız musluğu kapadı. Avuçları hâlâ ıslaktı. Parmak uçlarıyla gözlerinin altına dokundu. Yaşlı kadının fotoğrafını yırtarken nasıl ağladığını düşündü.
– Fotoğrafı yırtınca kolonya döktüm, dedi küçük kız.
– Beni böyle temizleyemezsin. Hani kokmuyordum?
– Kokmuyorsun. Başkaları kokuyor. Koku sana uçuyor.
– Böyle konuşma, dedi yaşlı kadın.
Küçük kız portakal ağaçlarına baktı. Yer değiştirip çalıları kokladı. Uzaklaşıyordu. Yaşlı kadın küçük kızın uzaklaşmasını izliyordu. Küçük kız uzaklaştıkça küçülüyordu. Yaşlı kadın seslendi:
– Tekrar gelecek misin?
– Fotoğrafını çekmeye geleceğim.
– Ama kokuyorum. Fotoğraf da kokuyor.
– Dünya kokuyor, dedi küçük kız.
– Gene gel. Güzelliğini görmek istiyorum.
– Sen daha güzelsin, dedi küçük kız.
– Yalan.
– Tabii ki yalan. Portakal çiçekleri de kokuyor.
– Keşke ben de çiçek olsaydım, dedi yaşlı kadın.
– Sen musluksun.
– Gülerim bak. Komik konuştun.
– Sen çeşmesin.
– Anladım galiba, dedi yaşlı kadın.
– Sen yağmursun.
– Beni unutma. Gene gel. Üzme beni küçük kız.
– Sana avuçlarımı getireceğim.
– Hayır, lütfen, böyle konuşma. Ağlarım bak küçük kız.
– Sana avuçlarımı getireceğim.

0
alk_la
Alkışla
0
sevdim
Sevdim
0
k_zg_n
Kızgın
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
be_enmedim
Beğenmedim
Sana Avuçlarımı Getireceğim