Darağacında Sallanan Bayraklar

featured

Kıymetli okuyucular, bu yazımızda Suphi Saatçi’nin  Darağacında Sallanan Bayraklar adlı kitabını tanıtacağız. Esir Türk yurtları meselesi… Bu mesele hayatımda çok büyük bir yeri teşkil etmektedir. Dünya’nın diğer coğrafyalarında yaşayan Türkler’in kültürel, siyasi, sosyal meselelerini elimden geldiğince takip etmeye çalışıyor ve o coğrafyaları tanımayı amaçlıyorum. Burada yaşayan Türkler’in dertleri ile dertlenmek, mutluluklarını beraber paylaşmanın çok mühim bir iş olduğunu düşünüyorum. Bu kitap esir Türk yurtları içerisinde çok önemli bir yer arz eden Irak Türkleri’nin maruz kaldığı baskı ve zulümleri, yaşadığı acıları ve haksızlıkları anlatan nadide bir eserdir. Tamamen yaşanmış gerçek olayları konu alan bu eser, bir insanlık dramını da gözler önüne sermektedir.Olayın aslı anlatılanlardan daha da ürkütücü olup, olaylar hikâyeleştirilmiş bir biçimde okuyucuya sunulmaktadır. Irak Türkmenlerine karşı gerçekleştirilen faali meçhul cinayetler, baba-annelerini kaybeden çocukların hislerini okuyucu en ince ayrıntısına kadar hissetmeyi başaran Saatçi, Kerkük’ün bağlarını, orada yaşanan saf ve temiz sevdaları da işlemeyi unutmamıştır. Yazar Suphi Saatçi’nin Kerküklü olması ve Irak Türkmen kültürü üzerinde çalışması hasebiyle de  Irak Türkmen kültür ögelerine yer verilmiş, hoyratlar ve deyimler ile zenginleştirilmiştir.
İlk hikâye Türkmen Kızı Zehra adlı hikâyedir. Burada betimlemenin çok güzel kullanıldığına tanık oluyoruz. Bağdat yönetimi tarafından Kerkük’ü terk etmeleri istenen Bektaş Ali ve ailesinin yaşadığı dramı anlatmaktadır.

“Giderem buradan artık
Baş açık yaka yırtık
Men dedim gam azalsın
Gam geldi gamdan artık”

 

Baskı ve zulümlere dayanamayan Bektaş Ali ve ailesine Bağdat yönetimi tarafından şehri 24 saat içerisinde terk etmeleri istenir. Bektaş Ali’nin en küçük kızı olan Zehra, Türkmeneli’nde olan bitenlere karşı anlam vermemekte ve bu Zehra’yı giderek düşündürmektedir. Bir sabah Bağdat yönetiminin askerleri evi basar ve bu zulme karşı “Türkmen hışmının çağladığını” görmekteyiz. Zehra, güvenlik güçleri ile tartışmaktadır ve tüm Türkmeneli’ne şöyle seslenir:
Ey ahali, ben Kerkük’ün kızıyım. Bu şehirden asla göç etmeyeceğim. Bu zulüm politikasını protesto etmek, Türkmenlere bağımsızlık yolunu açmak ve Türkmen sözcüğünü yükseltmek uğruna, şimdi de kendimi yakacağım. Kerkük bize kalacaktır. Katillere ve zalimlere ölüm” der ve yanında hazırladığı gaz bidonunu üzerine boşaltarak, kendi ateşe verir. Türkmen kızı Zehra, bir Türk gibi dik duruşunu sergilemiş ve bu soylu davranışı Türk tarihine sevgi ve saygı ile geçmiştir. Bağdat yönetimi bu durumun üzerini kapatmaya çalışıp, şaşkınlığa bürünse de Türkmeneli’nde bu haber dalga dalga yayılmıştır. Bektaş Ali, tek güvencesi ve sırtını yasladığı Ankara‘dan bir rüzgar bekler… Ne yazık ki hiçbir ses seda yoktur. Kerkük’ün kızı Zehra, Kerkük’ü terk etmemiş ve “Biz Türkmen’iz her an özgür yaşarız” marşının timsali olmuştur.

Darağacında Sallanan Bayraklar adlı hikâyesinde Irak Türkmen Milli Hareketi’nin temel hatları ve mücadele biçimi görmekteyiz. “Bizim için hayat inandığımız mücadeledir; haklılığına inandığımız mücadele. Her şeyin bir bedeli vardır. Biz de davamızın bedelini öldüyoruz. Bizden sonraki kuşaklara örnek olmak, inancımız gereğidir.” diyerek yapı taşını okuyucuya aktarmaktadır. “Hayatta hiçbir şeyden yılmayacaksın. Her türlü engeli aşmak için kararlı, samimi ve dürüst olmak zorundasın. İnsanlar karşısında inandırıcı olmak için, fikrimiz ve zikrimiz bir olmalıdır. Elindeki en büyük sihirli anahtar sevgidir. Gerçek sevgi bizim temel taşımızıdır; bütün gönülleri bu altın anahtarlarla açabileceğini hiçbir zaman aklından çıkarma. Başarısız olduğun zaman, bunun sebebini, samimiyetle kendinde ara. Mutlaka bir yerde hata yaptığını göreceksin. Başarının sırrı kendinde olduğu gibi, başarısızlıkların da sana aittir. Bu değişmez bir hayat kuralıdır” diyerek bütün bir mücadeleye rehber olmuştur. Bu hikâye genel bir manada 16 Ocak 1980 yılında Bağdat yönetimi tarafından idam edilen üç Türkmen’in hikâyesini konu edinmektedir.

Öç Zamanı adlı hikâyede Kerkük’te yaşanan bir vahşet konu edinilmektedir. 14, 15 ve 16 Temmuz 1959’da sahipsiz ve silahsız olan halk, üstelik güpe gündüz silahlı saldırıya uğrayıp şehit edilmişti. Kerkük’te kurulan can pazarında Türkmenler birer kuzu gibi boğazlanmışlardı; işin en kötü tarafı avlanmışlardı. Bütün bu acıları ve kederleri milli kini iliklerine kadar hisseden Fazıl adlı genç bir arayış içerisine girmektedir. Bu genci biraz tetkik etmek istersek, genç vatanperver milliyetçi bir Türkmen gencidir. Halkına karşı yapılan bu haksız zulüm ve işkenceyi görmekte ve bunun çözümüne dair arayışın içine girmektedir. Fazıl’ın yaşadığı muhit ve zamanın zihniyetini iyi tahlil etmek zaruridir. Fazıl, sürekli fikir alışverişi yaptığı, akılcı ve kararlı bir hareketin timsali olan Necati ağabeyinin yanına gider gelir. Necati ağabeyinin şu sözleri mühimdir: “Bu söylediklerin sana ve belki de birçok insana doğru gelebilir. İçinde mantık hatası da yok gibi gelebilir herkese. Ancak şu noktayı iyice aklımıza sokmalıyız Fazıl. Programında insan öldürmeyi dahi caiz kabul eden hiçbir ideoloji doğru ve haklı olamaz. Bu yaklaşım ve bu mantık asla insani olamaz; hatta İslami de olamaz. Bunun bizim töremizde de yeri yoktur. İnsan yargısız, sorgusuz ve sualsiz ölüme mahkum etmek, adil ve geçerli bir hukuk anlayışı olamaz. İnsan öldürmeyi mübah sayan ideolojiler, siyasi rejimler veya herhangi bir otorite sarsılmaya ve sonuçta çökmeye mahkûmdur. İçinde yaşadığımız dünyanın geçmişine kısaca göz atarsak, bunların sayısız örneklerini görebiliriz” der. Necati Bey’in akıcılcı, insani ve demokratik bir Türkmen siyasetinin karşısında ise Fazıl’ın aklını karıştıran ve harekete geçiren zıt  bir karakter olaran Fethi adlı karakter çıkmaktadır. Katliamdan sorumlu olan Heme Emin adlı kişiden kısas almak isteyen Fazıl’ın yolu Fethi  adlı kişi ile kesişir. Burada Fethi, Necati’nin tam zıttı olarak, silah ve öldürme ile işlerin çözüleceğine dair Fazıl’ın ruhunu okşayan nutuklar çeker. Fazıl, kararlıdır ve sabah ezanı sonrası Heme Emin’i dükkânın önünde öldürecektir. Dediğini yapar ve oracıkta öldürür. Olaydan sonra sarsılan Fazıl, bir müddet sonra soluğu tekrardan Necati Bey’in yanında alacaktır. şöyle bir diyalog geçer:
“Necati söze başladı:
+”Bu işi sen yaptın değil mi?”

-…
+”Neden cevap vermediğini anlıyorum.” Fazıl titrek bir sesle:
-“Fakat abi, bizim öç alma hakkımız yok mu?” diyebildi. Necati:
“Öç hakkı… Öyle mi? (…) Yaptığın milli bir görevdi. Öç hakkı için çabaladın durdun. Sana anlattıklarımın hiçbirini dinlemedin. İnsan öldürmek gibi, meşru ve insani olmayan bir iş yapmak için benden izin almaya çalıştın. Sana inandıklarımı, milli davamızın ve mücadelemizin ilkelerinin doğrultusunda anlattım. Ama dinlemedin. Kendi bildiğin doğrultuda iş yaptın ve bu yolu seçtin. Öç zamanı, öç hakkı yolunda yürüme karar verdin.
(…) Ancak son kez söylüyorum, seçtiğin bu yol çıkmaz bir sokaktır. Bu yol felaha ermez. Sana saygı duyuyorum, gençsin, idealistsin. Ama  kanla, intikamla bir yere varılmaz ve varılamamıştır. Yaptığın işin doğruluğunun muhasebesini vicdanında yap. Yanlış olduğuna kanaat getirdiğin zaman pişman olduğunu kabul edeceksin.” 
 diyerek Fazıl’a telkinlerde bulunur.

Saatçi, ilk hikâyelerden bu yana Türkmen Milli Hareketi’nin demokratikliğine, insani ve onurlu bir hareket olduğuna, belirli ilke ve hedeflerinin olduğuna dikkat çekmek istemiştir. Irak Türkmenleri’nin yaşamış olduğu acı ve travmalara farklı perspektiflerden bakmayı ihmal etmemiştir.

  • Eve Dönüş
  • Şehit Babanın Şehit Kızı
  • Evlerinin Önü
  • Aynayla Tarak
  • Gizli Hikaye
  • Yolun Sonu   

Hikâyeleri ile devam etmektedir. İlgililere şiddetle tavsiye edilmektedir.

0
alk_la
Alkışla
0
sevdim
Sevdim
0
k_zg_n
Kızgın
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
be_enmedim
Beğenmedim
Darağacında Sallanan Bayraklar