Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata

featured

Kıymetli okuyucularımız, bu yazımızda sizlere tanıtacağımız kitap Ahmet Bican Ercilasun‘un üçüncü romanı olan Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata adlı kitap olacaktır.

Ercilasun Hoca’nın alanı ile bütünleştiği ve efsanelerin bolca bulunduğu bir eserden söz etmek mümkündür. Roman karakterleri 1310’larda Mısırlı Türk tarihçisi Ebubekir’in naklettiği, Türklerin yaratılış efsanesi ile alakalı bir kitap ile ilgilidir. Roman, genel itibariyle bu kitabın ‘bulunması’ üzerine kuruludur. Mısır piramitlerinden, Ahlat’a oradan Hawai’ye kazanan aksiyonun ve heyecanın bolca bulunduğu bir eserdir. Kahramanların Türk olması münasebetiyle Türk efsane ve mitolojik ögelerini kitabın her sayfasında hissedeceksiniz. Ercilasun Hoca, olayların içerisinde okuyucuları sıkmadan ve bunaltmadan aslında eğiten, öğüt veren bir üslubu çok titiz bir şekilde kullanmıştır. Çağrı karakterinin heyecanı ve atılganlığı, Ankaralı Ahmet Hoca ile arasındaki ilişki aslında net bir şekilde ‘kendine güvenen ve hayatı yaşayan’ bir gençlik tasavvur ediyor. Son derece akıcı ve sade bir üsluba sahip olan bu kitap, ‘yerleştirilmiş destansı anlatımlar ve lirik tasvirler’ ile de okuyucuya farklı bir düşünce dünyası sunuyor.

Ahmet Bican Ercilasun, Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata, Akçağ Yayınları, Ankara 2017

Kitabın ilk sayfalarında Çağrı ile Turan karakterleri arasında geçen bir konuşmada ‘Türk’ sözcüğünün manası ve derinliğini çok güzel vurgulamıştır.

“Türk demek, Türk olsa da olmasa bile zordaki insana yardım eden demektir…” (s.6)

Çağrı ile Turan karakterleri farklı dallarda öğrenim gören, çok samimi arkadaşlardır. Çağrı’nın atılganlı ve heyecanı, Turan’ın arkadaşının daima arkasında olması ve eğlenceye düşkün oluşu göze çarpmaktadır.

Çağrı ile Ankaralı Hoca’nın arasında ‘Türk Dili Tarihi’ dersinden bu yana sıkı bir bağ oluşmuştur. Bir gün Hoca Çağrı’yı arar ve GEFAD adlı bir dergideki makale ile ilgili Çağrı’yı meraklandırır. Çağrı, kısa bir süre sonra soluğu Hoca’sı Ahmet Bey’in yanında alır.
Ankaralı Hoca Dr. Kazım Yaşar Kopraman’a ait olan makalenin adını okur: Ebu-Bekir b. Abdullah b. Aybek Devâdâri’ye Göre Türklerin ve Tatarların Yaratılışı.
Burada gizemli ve bir müddet sonra kaybolan Ulu Han Ata Bitigçi kitabından söz edilir.
Mısır’da olduğu tahmin edilen bu kitabı bulmak için Çağrı bilet alıp, Kahire’ye gider. Orada Ankaralı Hoca’nın eski bir dostu Abdullah Türkistani’nin yanına varır ve ondan bu konu hakkında yardım ister. Ben burada Abdullah Türkistani’yi okuduğumda ve romanın ilerleyen bölümlerde yaşanan olaylarda da Türkistani’nin adını ziktirettiğimde gözümde canlanan kişi rahmetli Bekin Nur Muhammed olmuştur. Bekin Nur Muhammed’i rahmetli Servet Somuncoğlu’nun Karlı Dağlardaki Sır adlı belgeselinde tanımıştım. Bu belgesel Muhammed’in duası ile başlayıp yine onun duası ile son buluyordu.
Çağrı, Kahire’de Abdullah Türkistan’i ile tanış olur. Türkistani eski dostunun öğrencisine yardım etmenin mutluluğu içersindedir. Evde bulunan Türk bayrağı ise ‘Türk milleti bölünmez bir bütündür’ mısralarının vücut bulmuş halidir.
Türkistani, çok güzel yemekler yapar ve Çağrı ise buna kayıtsız kalamaz. Türkistani’nin ilim sahibi oluşu ve çok sıcak kanlı olması ise romana ayrı bir hava katmaktadır.

Burada çok  önemli bir husus ortaya çıkmıştır:
Ankaralı Hoca, Abdullah Türkistani’nin adresini ve telefonunu bilmemektedir. Şu pasaj çok yerindedir. “Türkler, 1000 yıl önce de 20 yıl önce de aynı. Kayıt yok, belge yok. Kayıt varsa muhafaza etmek yok.” (s.23)
Bu satılar bana Süleyman el- Tâcir’in Doğu’nun Kalbine Seyahat adlı eserinde bir anektodu hatırlattı. Çinliler’in o dönemde farklı bir bürokrasiye sahip olduğuna dair:
“Biri bir hükümdarın ülkesinden diğer hükümdarın ülkesine gitmek isterse, bulunduğu yerin hükümdarından, gulamından bir tezkere alır. Hükümdarın tezkiresi yolda kullanmak içindir. İçinde şahsın adı, onunla olan kişilerin adları, yaşları, kabileleri yazılıdır.”
Romanın en heyecanlı yanı fecr-i kâzib zamanı İskenderiye kütüphanesindeki kitapta belirli işaretlerin gözükmesiyle başlıyor. Orada Çağrı ve Türkistan’ın yaşadığı heyecana ortak olacaksınız.
Bu işaretlerin orta çıkması bir takım yazıların belirmesi üzere çağrı Ankara’daki hocasına telefon açıyor. Onun kadar heyecanlı olan Ankaralı Hoca’da ilk uçakla Kahire’ye geliyor. Asıl aksiyon Hoca’nın da gelmesiyle başlıyor.
Türk Dünyası’nda Ali Şir Nevai’nin önemi hakkında Abdullah Türkistani’in evinde bulunan tablo ile ile ilgili uzunca bir sohbet oluyor.

“Türk nazımda çü kötrüp min alem
Eyledim ol memleketi yek kalem”
(Türk şiirinde ne zaman ki ben bayrak kaldırdım, o zaman memleketi (Türk ülkeleri) tek kalem haline getirdim birleştirdim.) -Ali Şir Nevai

Daha sonra “ehram-ı kebir” tabirini (büyük piramit) öğrenince Keops piramidine bir operasyon yapmayı hedefliyorlar. Bu operasyon için tabiri caize yılanların dilinden anlayan Abu Hayyat adlı biri ile iş birliği yapıyorlar ve yüklü bir ödeme gerçekleştiriyorlar. Bu operasyon sırasında satırları okurken çok heyecanlandım akıcı bir üsluba sahip olan yazar burada okuyucuya keyifli bir aksiyonun içerine dahil ediyor. Bu operasyon sonucu kitaba ulaşılıyor amma sadece bir kısıma.
Burada Abu Hayyat yakalanıyor. Türkistani’nin eşgali belli oluyor. Ankaralı Hoca ve Çağrı ise tehlike içerisine düşüyorlar. Evvela sahte kimlik ve pasaport ile Türkistani’yi İstanbul’a yolluyorlar. Bir müddet sonra Çağrı, Turan ile iletişime geçip, Mısır’dan ayrılmayı başarıyorlar. Bu süreçte çeşitli sıkıntılar meydana geliyor. Tabiri caize ‘muhbir’ bir kadın az kalsın Çağrı ve Ankaralı Hoca’nın sahil güvenlik tarafından yakalanmalarına sebep oluyordu.
Bu küçük sandığı açmak için çeşitli yöntemler deniyorlar en sonunda üçü ‘Ulu Han Ata Bitigçi!” narasıyla kutuyu açmaya başarıyorlar. Romanın birçok yerinde dualar ve bu tip seslenmeler ile birçok kapı ve kutu açılıyor. Romanın birçok yerinde Ulu Han Ata Bitigden çeşitli tercümeler yapıyorlar ve bu eserin zenginleşmesine ve bir nebze olsun aksiyondan okuyucuların soluk almasına imkan sağlıyor.
Daha sonra kitabın sonlarına doğru bir Kayı Tamgası (IYI) rastlıyor ve böylece bu Kayı tamgasının izini sürüyorlar. Bu demde ekibe Hoca’nın kızı ve Çağrı’nın Turan adlı arkadaşı da katılıyor.
Ahlat iken mezarlarda Kayı Tamgası’nı arıyorlar ve burada da maceralar alıp başını gidiyor. Bölgedeki terör örgütü PKK’nın yapılanması, uyuşturucu ticareti ve Avrupalı devletlerle olan ilişkilerini derin bir şekilde aktarıyor.
Buradaki maceralardan sonra yolları Hawai’ye düşüyor. Burada çeşitli eserlerden fotoğraflar çekilip Altay dağlarında, Kingan dağlarında araştırmalar için Türkistan’ın yolunu tutuyorlar.
Burada Boda halkı var ve Ercilasun Hoca’nın oluşturduğu Boda dili ile ‘Türk Dünyası’ arasındaki etkileşim ve oradaki din ile alakalı akıcı pasajlar bulunmaktadır. Orada Kaman kralının oğlu babasına isyan ediyor bu çok dikkat çekici çünkü Türk tarihinde bu ve buna benzer isyanlar söz konusu. Artık ülkeyi yönetimediğine dair söylemlerde bulunuyor.
Orada Hoca’nın kızı Gökçe bir müddet tanrıça oluyor ki birçok güzel anıları oradan okuyabilirsiniz.
Son olarak altın heykel bulunuyor ve oraya ibadet etmeye gelenler var. Bunun sonucunda onu alıp Türkiye’ye getirmek istiyorlar. Grup arasında ihtilaf oluyor çünkü oradaki yerlilerin dini unsurlarından alı koyulmaması gerektiği kararına varılıyor. Daha sonra bir gemi ile tekrardan Türkiye’ye yolculuk başlıyor.

Bu akıcı ve duygu yüklü bir romanı okurken kâh hüzünlendim, kâh heyecanlandım, kâh sevindim yazar yaşanan olayları betimlemeyi çok iyi bir şekilde başarmıştır. Ancak kitabın birkaç yerinde yazım hataları gözümden kaçmadı.
Kapak tasarımında ise eski bir kitap, piramitler ve kümbetler var. Kitap tasarımını çok yerinde buldum.
Siz değerli okuyuculara bu kitabı tavsiye ederim.

0
alk_la
Alkışla
0
sevdim
Sevdim
0
k_zg_n
Kızgın
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
be_enmedim
Beğenmedim
Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata