Tüketim Kültürünün Sosyal Medya Boyutu

featured

Elbise Değiştirir Gibi Dijital Ortam Değiştirmek

Tekinsiz bir gecenin sabahına uyandığımızda kendimizi bir gün öncekinden çok farklı bir ortamda bulduğumuzu farz edelim. Herhangi bir felaket vuku bulmuştur ve teknoloji neredeyse sıfırlanmıştır. Söz konusu felaket bir dünya savaşı da olabilir, bir uzay saldırısı da olabilir, ileri teknolojiye yönelik bir çökertme girişimi de olabilir veya şu an bizim hiç aklımıza gelmeyecek daha farklı bir felaket de olabilir. Kurgan Edebiyat dergisinde yayımlanmış olan Karakoncolos adlı kısa öykümde bir mahalle halkının internetsiz bir sabaha uyandıklarında yaşadıkları gerilimi mizahî bir üslûpla sergilemeyi denemiştim.

Gündelik tekdüze hayatımıza derinlemesine sinmiş birtakım kavramları gelişigüzel hatırlayalım: Facebook, Twitter, Instagram, Google, YouTube ve hatta WhatsApp… Bunlar artık birer olgu mahiyetinde yaşantımıza derinlemesine girmişlerdir. Şu an okumakta olduğunuz yazının inşacısı da sosyal medyada epeyce zaman harcayan bir kimsedir. Sosyal medyanın bütün o yararlı taraflarını bir yana koyarak hadiseye baktığımızda pek çok olumsuzluk görebiliyorsak da bizim bu yazımızın esas konusu sosyal medyasız bir dünyaya ansızın düşüverdiğimizde bizleri nelerin kıskıvrak enseleyeceğidir. Daha da ötesinde, bizler şimdi öyle bir ortamda yaşıyoruz ki, sosyal medya karakoncolosunun yine bizlere hangi tuzakları sinsice hazırladığını idrak edemiyoruz veya tehlikeyi sezinlesek bile umursamıyoruz.

Şöyle bir algı ve söylem var: “Facebook yaşlılarındır, Instagram gençlerindir.” İlki artık köhneleşmiştir ve ikincisi gençler arasında revaçtadır. Sosyal medyada bu konuya dair bir tartışma başlatmıştım. Genç takipçilerim yukarıdaki söylemleri dile getirerek Facebook aleyhinde ve Instagram lehinde tavır takınmışlardı. Fakat göremedikleri şey şuydu: Günün birinde Instagram da gözden düşerek yerini bir başka sosyal medya ortamına bırakacaktır. Facebook’tan Instagram’a oradan da bilmem neye geçişler birer sıçramadır ve öncekini bir anda geçersiz kılmadır. Bunda ne var diyebilirsiniz. Aslında çok şey var. Bu sıçramalar hafızayı yok ediyor. Birikimi engelliyor. Facebook ortamında belki beş yılda paylaştığınız bütün anılar ve fotoğraflar dijital ortamın girdabında yitip gidiyor. Facebook’taki birikimlerinizi mesela Instagram’a topluca aktarsanız bile (ki bununla kimse uğraşmaz) Instagram’daki on yıllık birikimi daha sonra ortaya çıkacak bilmem neye de mi taşıyacaksınız? Farkındaysanız bunun sonu gelmeyecektir. Oysaki elinizin altındaki (saklama kutularındaki yahut ciltli albümlerdeki) siyah beyaz ya da renkli fotoğraflar çok daha kalıcıdır. Yangın onları yok edebilir ama dijital ortamdaki farzımuhal yüz yıllık birikimin yok olması için elektriğin kesilmesi veya baz istasyonlarının savaş uçaklarınca tahrip edilmesi yeterlidir.

İster sosyal medyaya indirgeyin isterseniz ileri teknoloji kavramına kadar genişletin, insanlığı bekleyen en büyük tehlikelerden biridir mâzisizlik. Evinizin bir köşesindeki fotoğraf albümünü açarak yıllar sonra torunlarınıza kendi düğün fotoğrafınızı, çocuklarınızın ilkokula başlama fotoğrafını gösterebiliyorsunuz. Hâlbuki gelecek nesiller kendi torunlarına mâziye ilişkin bir şeyleri gösterebilmek için arama motorlarına sıvanacaklar, sosyal medya ortamının zaman tünelinde dağılıp gidecekler. Yukarıda sıçrama ifadesini kullanmıştım. Sıçramak kesintiye yuvarlanmaktır. Aksaklıktır. Kopuntuya uğramaktır ve sürekliliğin altüst olmasıdır. Abartılı bir ifadeyle zamansızlıktır. Bellek yitimi kaçınılmazdır. Evinizdeki fişi çekiniz ve nasıl bir boşluğa sürükleneceğinizi tecrübe ediniz. Tanpınar’ın arşivinden onun el yazısı notları çıkıyor. Günümüzde bilgisayarla yazan yazarların hangi notları edebiyat arşivlerinde yer edinebilecek? Diyelim ki yeni kitabınızı henüz tamamladınız ama bilgisayarda yanlış yeri tıklayarak kaybettiniz? Bulamıyorsanız sil baştan yazacaksınız. George Orwell bir makalesinde şöyle diyor: “Mesele şu ki devlet aygıtı ne kadar büyürse taşıdığı aksaklıklar ve gözden kaçan pürüzler de o kadar artar.” Biz bu cümleyi şöyle değiştirebiliriz: “Mesele şu ki teknoloji ne kadar ileriyse taşıdığı aksaklıklar ve gözden kaçan riskler de o kadar artar.”

Bütün bu tehlike uyarılarına karşın işbu yazının yazarı farklı mıdır? Hepimiz aynı tehlikeli sularda gönüllü kulaç atıyoruz. Burada bir mecburiyet yoktur. Şunu es geçiyoruz: Facebook’tan Twitter’a oradan da Instagram’a geçişler birer Tanrı buyruğu veya medeniyet göstergesi değildir. Bunlar sadece birer modadır. Tüketim kültürünün kuralları içerisinde bu sıçramalar birer savruluştur. Şöyle düşünelim: En kıdemlisi olan Facebook’un yeni bir alternatifi ortaya çıkmasaydı sosyal medya iletişimi çöküntüye mi uğrayacaktı? Instagram diye bir şey ortaya konmasaydı Facebook katılımcıları arasında bunalımlar ve toplu intiharlar mı zuhur edecekti? Deniyor ki Instagram yoluyla daha fazla kişiye ulaşmak mümkündür. Yeni çıkmış bir kitabın kapağını Instagram’dan paylaştığımızda daha çok kişiye erişebiliyoruz. Bu nedir? Tüketim kültürüdür, rant veya şöhret peşinde koşmaktır. Instagram diye bir ortam hiç bulunmasaydı zaten herkes Facebook ortamında kalacaktı ve paylaştığınız kitap kapağını yine çok fazla kişi görebilecekti. Instagram kendiliğinden hüner kazanmıyor. Facebook katılımcıları Instagram’a kaydıkları için Facebook irtifa kaybediyor. İşte tuzak buradadır. Kitleler hem parçalanıyor hem de Facebook’tan Twitter’a oradan da Instagram’a ve oradan da birkaç yıl sonra bir başka şeye sürüklenmeye mahkûm ediliyor. Tam da postmodern zamanların istediği şeydir bu. Postmodern zamanlar yeni göçebeliktir. Dijital ortamda oradan şuraya yer değiştirmeler geçim veya can derdiyle Afrika’dan Avrupa’ya göçler gibi değildir. Herkes modaya kapılıyor. Ve modaya kapılan pek çok kişi şuurlu birey oldukları kuruntusuyla tüketim kültürüne verip veriştiriyor. Zygmunt Bauman, George Orwell’ın 1984’ü ve Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı arasında kıyaslamada bulunurken her iki kara kurgunun ortak yönünün cehalet, duygusuzluk ve miskinlik olduğunu belirtiyor. İki farklı kara dünyanın müşterek tarafı diyor Bauman, bireysel özgürlüğün neredeyse tamamen yok edilmesi, yalnızca verilen komutlara uyulması, gündelik rutinlerin dışına çıkmamak üzere eğitilmiş kişiler yetiştirilmesi ve bütün iplerin küçük birer seçkinler grubunun elinde bulunduğu fakat geri kalan herkesin kuklalar gibi yaşadığı bir dünyanın oluşturulmasıdır.

Komutların dijital ortamdan çaktırmaksızın verildiğinin farkında mıyız? Facebook’un artık köhneleştiğini bize hangi bilim dalı söylüyor? Şurası bir gerçek ki bunu bize söyleyen modadır! Dedelerimiz ve ninelerimiz tek ayakkabıyı ya da aynı elbiseyi yıkayıp yamayarak yıllarca kullanıyorlardı. Alışverişler bayramdan bayrama veyahut düğünden düğüne ediliyordu. Şimdiyse elbise değiştirir gibi sosyal medya ortamını değiştirmemiz, Twitter’dan sıkılarak Instagram’a atlayıvermemiz sanki bir zaruretmiş gibi algılanıyor. Facebook artık yaşlılarındır. Instagram gençlerindir. Oysaki şimdinin Instagram gençliği de yarının yaşlılarına dönüşecek. Yarınki gençlerse şimdinin gençlerinin Instagram’ına dudak bükecekler. Böylece süreklilik ortadan kalkacak, bırakın mâzi hasretini, nostalji duygusunun dahi içi boşalacak. Sosyal medya ekranları körleşmeye yol açacak. Siz buna isterseniz yozlaşmanın doruğuna tırmanmak deyiniz.

İpler küçük birer seçkinler grubunun elindedir dediğimizde ille de o malum gizemli örgütlere atıfta bulunmamız gerekmiyor. Bizler gönüllü kuklalarız. Facebook, Twitter, Instagram, Google, YouTube ve hatta WhatsApp, bunların hepsi birer seçkinler grubudur. Instagram aracılığıyla bütün dünyada çok daha fazla kişiye ulaşabildiklerini düşünenler Facebook vasıtasıyla yalnızca kendi köylerine mi erişebilmektedirler? Buradaki abesliği görebilmek için büyük âlim olmak gerekmiyor. Azıcık kafamızı çalıştırmamız yeterlidir.

0
alk_la
Alkışla
0
sevdim
Sevdim
0
k_zg_n
Kızgın
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
be_enmedim
Beğenmedim
Tüketim Kültürünün Sosyal Medya Boyutu