Bir Türk Şehrinin Hikayesi – Şuşa’da gördüklerim

featured

İstanbul İngilizler tarafından işgal edildikten sonra yüzlerle Türk münevveri gibi aslen Şuşa’lı olan Azerbaycanlı siyaset ve düşünce adamı Ahmet Ağaoğlu da Malta adasına sürgün edilmişti. 1909’da vatanından ayrılan Ağaoğlu artık Osmanlı tebaasıydı, milletvekili seçilmişti. Agayef soy ismini Ağaoğlu olarak değiştirmişti, İttihat ve Terakki hükümetine yakın bir isimdi. Bu nedenle Ziya Gökalp’la aynı kaderi yaşamıştı.

Malta adasında beraber tutulduğu insanlar arkadaşları, fikir ortaklarıydı. Yine aynı sohbetler, hatıralar ve geçmiş günler konuşuluyordu. Tek sıkıntısı salgının da yaygın olduğu İstanbul’da kalan kalabalık ailesiydi. Devamlı mektuplar gönderiyor, ailesinden mektuplar geç geldiğinde çılgına dönüyordu. Sert bir kişiliğe sahipti, ama ailesini, eşi ve çocuklarını her Türk babası gibi canından çok severdi. Bu nedenle mektuplarında adada yaşadığı günlerle ilgili bilgiler veriyor, fotoğraflarını gönderiyordu. 21 Kasım 1920 tarihli mektubunda şöyle yazıyordu:

“Bugün tam bir ilkbahar günü idi. Güneş o kadar parlak, hava o kadar saf ve temiz idi ki insan yutkundukça kendinin tazelendiğini zannediyor. Akşamüzeri karşımızda bulunan bir tepeciğe doğru gittim. Her taraf yeşillik hatta bazı yerlerde sarı çiçekler açmış. Tepenin tam başında ne gördüm biliyor musunuz? İki benim gibi esir arkadaş oraya çay götürmüşler, çimenin üzerine oturup içiyorlar. Bittabi beni de davet ettiler. Bilseniz o bir bardak çay bana ne kadar zevk verdi. Hâtırım ta uzaklara, gençlik zamanıma, Karabağ’a, Kale’nin o güzel dağlarına, Yastı Burc’a, Daş Altı’na, Cıdır Düzü’ne, Şah-nişîn’e ve Delik Daş’a, o yerlerdeki günlere gitti. Bütün geçmiş, bütün akrabalar, dostlar, evlerimiz, sokaklarımız, nicelerimiz birer birer önümden geldi geçti ve sonra sizi andım, bugünkü hâlimizi düşündüm. O kadar mükedder oldum ki… Fakat bütün bunlar üç dakika devam etti. Hayatın bir rüya olduğunu hatırlayarak yine güldüm. Bu kadar zaman, saat geçmişken bugün de geçmeyecek mi, yine birbirimize kavuşmayacak mıyız? Elbette kavuşacağız, elbette görüşeceğiz ve hem de inşallah pek yakında…”

Doğduğu Şuşa şehrini görmeyeli 15 yıl kadar vardı. Ama bir yudum çayla tüm Şuşa’nın, Kale’nin güzel dağları, Cıdır düzü o an hatırına gelmiş, o muhteşem kayaların ortasında yerleşen yurdunu anımsamıştı.

Türk şehri Şuşa işte böyle unutulmaz bir yurt yeridir.

Karabağ hanı Penah Ali Han tarafından 18. yüzyılda inşa edilen Şuşa’ya “Penahâbâd” ismi verilmişti. 1805’te Güney Kafkasya’ya inen Ruslar Karabağ’ı işgal etmiş, Şuşa artık Çarlık Rusyası’nın bünyesine dahil edilmişti. 1918’de Azerbaycan Cumhuriyeti ilan edildiği zaman Kafkas İslam Ordusu Bakü ile beraber Şuşa’ya da gelmiş, Türk askerleri büyük törenle karşılanmıştı. Karabağ hanlarının soyundan olan Şuşa’nın ünlü kadınlarından Hemide Hanım Cevanşir hatıratında Türk ordusu hakkında şöyle yazmaktadır: “Bir süre sonra haber verildi ki, Türkler Azerbaycan’a geliyorlar. Birkaç nüfuzlu kişi Şuşa ve Ağdam’a gelmiş, vali tayin olunmuştu. Daha sonra İran taraftan Hudaferin köprüsünden geçerek Enver Paşa’nın kardeşi, ismi pek çok bilinen Nuri Paşa geldi.”

Şehrin Türk kadınları Hemide Hanım’ın liderliğinde şehri süslemiş, kale kapısına Zafer takı asmıştı. Hilal ve yıldızdan oluşan Zafer takının üzerinde şöyle yazılmıştı: “Gün gelecek hakikat güneşi doğacak, esarette kalan Ana Şark istiklal kazanacaktır”.

Hemide Hanım’ın anlattığına göre Şuşa şehrine dahil olan ilk kumandan Cemil Cahit (Toydemir) Paşa oldu. Paşa, Şuşa’ya dahil olunca asi Ermeniler kendi mümessillerini göndererek paşaya itaat ettiler. Cemil Cahid Paşa, Hemide Hanım’ın evinde misafir oldu.

Azerbaycan Cumhuriyeti döneminde Karabağ’da Ermeniler birkaç defa isyan çıkardılar, her defasında Azerbaycan ordusu tarafından yenilgiye uğratıldılar. Ocak 1919’da Hosrov Bey Sultanzade’nin Karabağ’a askeri vali olarak atanmasından sonra asilerin mukavemeti tamamen kırıldı, ağustosta Karabağ’da yaşayan Ermenilerin 7. Kurultayında Azerbaycan tebaalığını kabul ettiklerine dair karar verdiler. Fakat 1920 senesinin Mart ayında yeniden isyan çıkardılar ve Azerbaycan ordusu tarafından tekrar mağlup edildiler. Bu isyanlar Azerbaycan’ın Bolşevik Rusyası tarafından işgal edilmesini hızlandırdı.

Sovyet döneminde Dağlık Karabağ Muhtar Vilayeti oluşturuldu, Ermenilerin bölgede etkin olmasına çalışıldı. Sovyetlerin çöküşü arifesinde Ermeniler tekrar isyan çıkardı, Azerbaycan topraklarını Şuşa dahil olmakla işgal ettiler. Ermenistan ordusu, 8 Mayıs 1992’de Şuşa’yı Rusya’nın da yardımıyla ele geçirdi.

Şuşa’nın işgali sırasında 200 Azerbaycanlı şehit düştü, 552 bebek yetim kaldı, 22 bin insan doğduğu toprakları terk ederek mülteci durumuna düştü.

***
İşgalden önce de Şuşa Azerbaycan’ın kültür başkenti olarak tanınmaktaydı. Şuşa’da tiyatro, televizyon kanalı, tarih ve şehir müzeleri, Üzeyir Hacıbeyli, Bülbül, Mir Muhsin Nevvab gibi sanat ve edebiyat insanlarının anıt müzeleri, resim galerisi, halı müzesi gibi kültürel yapılar vardı. Şehirde 4 yüksekokul, iki enstitü, teknik meslek okulu, 25 lise, müzik okulları, 7 anaokulu, 8 kültür evi, 17 kulüp, 31 kütüphane, 40 sağlık ocağı, 2 sanatoryum, çocuk sanatoryumu, çocuk sağlık merkezi, 70 kişilik turistik tesis, otel, 5 kültür ve dinlenme parkı, 4 sinema salonu ve sosyal dinlenme tesisleri faaliyet gösteriyordu.

Şuşa’nın 17 mahallesi vardı: Kurtlar (Ahmet Ağaoğlu’nun doğduğu yer), Seyidli, Culfalar, Kuyuluk, Çukur, Dörtler Kurdu, Hacı Yusuflu, Dört Çınar, Çöl Kale, Mardinli, Saatlı, Köçerli, Mamayı, Molla Mercanlı, Demirci, Hamamönü ve Yenimahalle. Her mahallede hamam, cami ve çeşme bulunmaktaydı.

 

Dilgam Ahmed

0
alk_la
Alkışla
0
sevdim
Sevdim
0
k_zg_n
Kızgın
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
be_enmedim
Beğenmedim
Bir Türk Şehrinin Hikayesi – Şuşa’da gördüklerim