Türkler’in İslâm Medeniyetindeki Yeri

featured

Kıymetli okuyucular, bu yazımızda Zekeriya Kitapçı’nın Türkler’in İslâm Medeniyetindeki Yeri adlı kitabını tanıtacağız. Afro-Avrasya coğrafyasının kâdim milletlerinden olan Türkler, tarihin hemen hemen her devrinde büyük olayların yaşanmasına neden olmuştur. Türkler olmadan, evvelâ Dünya tarihi daha sonra ise İslâm tarihi yazmak mümkün değildir. Coğrafyalar üzerinde çeşitli devletler kuran ve bu devletler ile birçok bölgede hakimiyet kuran Türkler, farklı milliyetler, bunun yanında da dinler ile alakalı olmuşlardır.
Yazar, Türkler’in İslâm ile tanışmadan önce diğer milletlerin konumu ve siyasi faaliyetleri hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra şöyle bir terminoloji ile yaklaşmaktadır:
Türkler’in İslâm milletleri câmiasına girmeleri ve kısa bir zaman sonra büyük Arap merkezlerinde boy göstermeleri ile pek çok milletlerin sosyal hayatları ve târihi seyirleri için yeni bir devir başlamıştır ki, biz bu devri birçok büyük bilgilerin de fikirlerine katılarak “İSLÂM TÂRİHİNDE TÜRKLERİN DEVRİ” olarak niteliyoruz.”  


Şüphesiz Türkler, İslâm dinine girdikten sonra İslâm tarihi açısından farklı bir devir başlamıştır. Arap yarımadası ve çevresi ile sınırlı kalmayan İslâm dini batıya doğru bir yayılma izlemiştir.
Türkler’in İslâm tarihi içindeki bu seyyâletleri ve aktif durumları Cemâl Abdü’n Nâsır tarafından kaleme alınan “Kardeş Türkiye” adındaki bir mukaddime de iki milletin bir olduğu, bu milletlerin ayrı düşünelemeyeceği, Türkler’in İslâm’ın yayılmasında büyük fedakârlıklar ve kahramanlıklar gösterdiklerini aktaran Cemâl Abdü’n Nâsır, “Türkler (kokuşmuş ve çökmüş) Bizans İmparatorluğunun enkazı üzerinde Osmanlı (İslam) İmparatorluğunun sarsılmaz temelleri atmak için Avrupa’ya ayak bastıkları devirlerde muharip (gâzilerin) gerek Arap  olsun gerekse Türk her lisanda aynı olan bir tek şiârı (parolası) vardı, o da şüphesiz “ALLAH BÜYÜKTÜR” idi. (Türkiya ve’s Siyâsetü’l Arabiyya, s.6-7-8)

İngiliz müsteşriki B. Lewis aynı hakikatı aktarmaktadır: “Türkler Orta Şark’ta ilk defa ferd olarak, asker olarak geldiler ve fakat çok geçmeden İslâm ordusuna hakim oldular. On birinci asırda onlar (bu defa) fatihler ve müstemlekeciler olarak gelmişler ve merkezi İran’da olmak üzere İslam’ın kalbi olan bu topraklar üzerinde çok geniş yeni bir imparatorluk kurmuşlardır.” (The Middle East and West, B. Lewis, s.19)
Rus bilgini W.Bartold’un yazdığı “İslam Medeniyeti Tarihi” adlı eserinde de Türkler’in tarihini bilmeden İslam tarihini anlamanın mümkün olmayacağı nasıl tabi ise İslam tarihi çerçevesine sokmadan Orta Zaman Türk Tarihi anlamak mümkün olmayacağı da o kadar tabii görüşündedir.

Buraya bir tartışma konusu açmak istiyorum.  Şüphesiz İslam dini Türklerin milli yapılarında, sosyal bünyelerinde değişiklikler yapmıştır. Bunun aksini iddia etmek doğru değildir. Bir milletin farklı bir dine girmesi, onun öğretilerini kabul edip kültür dairesinin içerinde yer alması gayet tabii bir durumdur. Ancak burada Zekeriyya Kitapçı evvelâ B. Lewis’in The Emergence of Modern Turkey adlı kitabını alıntılayarak farklı bir düşünce yansıtmaktadır.
B. Lewis’in ifadeleri şöyledir: “Daha önce de işaret edildiği gibi Türkler İslam dinine girmeleri ile bu yeni din sayesinde kendileri tamamen yepyeni bir hüviyete sahip olmuşlar ve başlı başına (bir değer) mazileri ile ilgilerini hayret edilecek bir süratle kesmişler ve (âdeta) unutmuşlardır.” şeklinde bir ifadesi vardır.
Daha sonra Zekeriya Kitapçı’nın pasajını alıntılamak istiyorum.  “Evet! İslam dini çok kısa zaman içinde Türk milletinin daha önceleri sahip olduğu maddi-manevi bütün değerlerini emmiş, onu adeta kendi potasında eriterek ona yeni bir vehçe, yeni bir şahsiyet kazandırmıştır. Hatta daha da ileri giderek onu yeni bir mücadeleye, yeni bir hayat memat mücadelesine hazırlamıştır ki; onun mücadelesi İslam’ın cihad bayrağı altında üç kıtada asırlar boyu devam etmiştir. Bir başka ifade ile, demek oluyor ki; İslam dini Türkler’in sayesinde kınına girmeyen bir kılıç haline gelmiş ve bu kılıcı Türkler mukaddes cihad ruhu ilei ilahi kelimetullah için, İslam’ın kıblegahı müslümanların kıblegahına kirli ayaklarını basması için, İslam diyarının şerirlerin haris emellerinden masun kalması için kullanmışlar ve bu uğurda Yemen çöllerinde bile kanlarını su yerine severek akıtmaktan bir an bile geri durmamışlardır. 
Bu bakımdan Türklerin özellikle İslam camiasına girdikten sonra çok kısa bir zaman içinde kendilerini gösterdikleri, askeri ve siyasi nizama hakim oldukları ve Orta Şark’ta bin seneyi aşan bir tarih seyri içinde her zaman dinamik ve zinde bir güç olarak bu milletlerin sosyal ve politik hayatlarında önemli roller oynadıkları görülmüştür” (s.15-16)

Burada B. Lewis’in mazileri ile ilgilerini hayret edilecek bir süratle kesmiş ve adeta unutmuşlardır ifadelerine katılmak mümkün olmamakla birlikte maddi ve manevi bütün değerleri emmiş, onu adeta kendi potasında eriterek ona yeni vehçe, yeni bir şahsiyet kazandırmıştır (Zekeriyya Kitapçı) ifadeleri tartışmaya ve fikir münakaşına uygundur. Velev ki Türkler’in mazilerine dair bütün bir ilgilerini kesip, unutsunlar bunun yanında da yeni bir hüviyet kazansınlar. Burada ne kadar Türk Kültür Havzası meselesini söz etmek mümkün olur? Türk Kültürü’nün devamlılığı meselesini konuşmak mümkün olur? Türkistan’dan Anadolu’ya Anadolu’dan Balkanlara kadar 84 milyon  m²’lik Afro Avrasya coğrafyasına hakim Türkler’in dilleri ve kültürlerinin devamlılığı meselesine nasıl bakmak lazımdır? İslam medeniyeti potası İslam’dan evvel Türk kültürünü eritti ve ona yeni bir kimlik kazandırdı ise İslam öncesi olan adet ve ritüeller nasıl bugünlere kadar geldi? Bu sorular tartışma açıktır ve siz değerli okuyucuların da bu konu üzerinde tefekkür etmesini rica ediyorum.

Türkler, İslam’ın kılıcı olup, oradan oraya gaza ve fetihler yaparken, “basit bir istilacı-yıkıcı” bir anlayışa sahip olmayıp, “Türkler’in ayak bastıkları bereketli topraklar da da öncekini tamamlar ve fakat genellikle milli karakterleri hakim olmak üzere yeni ve feyizli bir medeniyet doğmuştur  ki biz bu varisleri olarak ona gururla “TÜRK-İSLAM MEDENİYETİ” demeyi uygun görüyoruz” (Z.K)

Zekeriya Kitapçı, namuslu ve bilimsel tarihçilik anlayışı ile Araplar’ın Emeviler devrinde bilhassa Kuteybe b.Müslim komutası altında Türkistan’ı istila etmesi için Maveraün Nehr’e hücum ettikleri vakit gerek kadın, gerekse erkek olsun pek çok Türklerin köle olarak Basra, Bağdad, Şam vs.  gibi büyük Arap kentilerine sevk edilmelerini de açıklamaktadır. Baykent, Buhara ve Semerkant hattını işgal eden Araplar bu zengin şehirlerde Türkleri insafsızca kılıçtan geçirmişler, Türk şehirlerini yağma etmişler ve had ve hesaba gelmeyecek miktarda sayısız hazinelere sahip olmuşlardır.
Bunun yanında kitapta belirtilmemekle birlikte Talkan ve Curcan katliamları Türkistan’da yaşanan en büyük kıyımlar olmuştur.

Bu kitap Türkler’in İslam’a girişleri öncesinde Dünya’nın genel siyasi durumundan başlayarak, Türk kitlelerin İslam ile tanışmasında sonra Dünya ve İslam tarihine olan büyük etkileri değerlendirilmiş, (tartışmaya açık olan) İslam’a giriş ve yeni hüviyet meselesi aktarılmış ve son olarak Arap düşünür El Cahiz başta olmak üzere birçok kaynak gösterilerek Türkler’in hilafet ordusunda ve yönetimindeki durumu açık bir dille okuyucuya sunulmuştur.

İlgililere şiddetle tavsiye edilmektedir.

0
alk_la
Alkışla
0
sevdim
Sevdim
0
k_zg_n
Kızgın
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
be_enmedim
Beğenmedim
Türkler’in İslâm Medeniyetindeki Yeri